Nemrut 2003

Yılmaz’a Nemrut’a gidelim dediğimde Özlem bende geliyorum diye tutturdu. Tura gelebilmek için chopperini satıp Honda SLR 650 alarak ne kadar ciddi olduğunu anladık. Bize de O’nu yolda koruyup kollamak düştü.

Pazar sabahı motorlarımızla birlikte Haydarpaşa’dan Toros Ekspresiyle Adana’ya doğru yola çıkıyoruz. Haydarpaşa’nın peronlarında motorla dolaşmak ilginçti.

Pamuk toplamak için Adana’ya giden işçiler çoluk-çocuk vagonların koridorlarına serdikleri yataklarda yatıyorlar. Motorları kontrol etmek üzere yük vagonuna gidebilmek için aralarından geçtiğimiz pamuk işçileri Yaşar Kemal’in romanlarından fırlamış gibi.
Payas

Rampa sayesinde kolayca yüklediğimiz motorları ertesi sabah vardığımız Adana’da bagaj görevlileriyle indirirken bayağı terliyoruz.

İlk benzin istasyonuna girip boş depo ile yüklememiz gereken motorların depolarını dolduruyoruz. ilk durak Payas Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi Mimar Sinan’ın en önemli eserlerinden biri. Külliyenin bekçisi arastanın içinde ekip fotoğrafı çektirmemize izin verdiği gibi bizi gezdirip kaçak çay bile ikram ediyor.
Antakya
Öğle saatlerinde vardığımız Antakya’da Annem sofrayı donatmış bile. Enfes bir ziyafet çekip Antakya’yı dolaşmaya çıkıyoruz. Şellaleleriyle ünlü Harbiye’de paçaları sıvıyarak oturduğumuz suyun içindeki masalarda yediğimiz künefe ziyafeti tamamlıyor. Akşam yemeğinde yediklerimizi hiç anlatmıyorum çünkü bazı şeyler anlatılmaz yaşanır.

Ertesi gün Mozaik Müzesinin ardından St. Pierre Kilisesi’nde Fransız turist kafilesinin düzenlediği ayin var. Vadiden yürüyerek ulaşılan Demirkapı şehir surlarınındaki girişlerden biri olmasının yanı sıra vadiden geçen derenin barajı aynı zamanda. Cami ile yan yana olan Katolik kilisesi ile Protestan ve Ortodoks kiliseleri bir moziğin parçaları adeta. Tarihi Affan kahvesinde (inci kıraathanesi) “haytalı” yedikten sonra Antakya’nın daracık sokaklarında dolaşmaya devam. Akşam yemeği şehir klübünde.
Yesemek
Çarşamba sabahı Gaziantep’e doğru yola çıkıyoruz. Dünyanın ilk heykel atölyesi olan Yesemek M.Ö. 1.300 yıllarında Hititlerden kalma. isviçre’den bisikletle gelen bir çift çimenlerin üzerinde ölü gibi yatıyorlar.

Kilis’ten geçip Gaziantep’te vardığımızda bizi Yılmaz’ın bir arkadaşı karşılıyor bizi. Halil-Mehmet ustada kebap, Güllüoğlu’nda baklava yedikten sonra motorlara güçlükle biniyoruz. Birecik barajının suları altında kalan Zeugma’da görülecek bir şey kalmamış malaesef. Bozuk yol yüzünden Birecik’e vardığımızda güneş batmak üzere. Kelaynakları görmek için kısa bir mola verip yola devam ediyoruz.
Urfa
Urfa’ya vardığımızda hava iyice kararıyor. Özlem’in arkadaşı bizi karşılayıp eski bir Urfa evinde sıra gecesine götürüyor. “Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar” eşliğinde eski evin avlusunda kebap ziyafeti var. Ne yemekte ne de Urfa’nın başka bir yerinde içkili mekan yok.

Sabah kahvaltıdan sonra eski sokaklar, Ulu Cami, Balıklı Göl, Hz. İbrahim mağrasını gezerek kaleye çıkıyoruz. Gümrük hanın avlusunda mırra içip yola çıkıyoruz. Atatürk barajının heybetine şahit olduktan sonra Adıyaman üzerinden Nemrut yoluna sapıyoruz.
Nemrut

Gittikçe bozulup eğimi artan arnavut kaldırımı yol yoruyor. Zirveye vardığımızda yerdeki çakıllar yüzünden güçlükle duruyorum. Arkamdan gelen Özlem düşecek diye endişe ederken Özlem gelip yanımda duruyor, Yılmaz düşüyor. Gün batımından 1.5 saat önce vardığımız tümülüsteki renkler ve gökyüzünün mavisi hakikaten muhteşem. Gün batımının ardından Atatürk barajının üzerinden ayın doğuşunu izliyoruz.
Zirvedeki kafeteryanın sahibi Aziz baba ikna edip personelin kaldığı ranzalı koğuşta kalarak geceyi zirveye geçiriyoruz. Tavla oynadığım garson Salih bizi sabah tavşan avına davet ediyor. Fakat biz 4.30’da kalkıp güneşin doğuşunu izlemeyi tercih ediyoruz. Hava gerçekten çok soğuk. 2.150 m. yükseklikten güneşin doğuşunu hayranlıkla izliyoruz.
Arsemia’yı görmek için farklı ve daha kötü yoldan inerken çıkıştan daha çok zorlanıyoruz.
Herakles ile Mithradates’in tokalaştığı rölyefi görmek için motordan inip yürüyoruz.
Ekip fotoğrafı dünyanın kullanılan en eski köprülerinden Cendere (Septimus Severus) köpründe. Karakuş tümülüsünün arkasından Nemrut dağı yükseliyor.






Güzel bir sonbahar günüde kilometrelerce canlıya rastlamadan yol alıyoruz. Geceyi Gaziantep’te geçiriyoruz. Ertesi gün dönüş için tren biletlerini alıp Zeugma’dan çıkarılan mozaikleri görmek üzere müzeye gidiyoruz ama çoğu restorasyonda olduğu için pek azını görebiliyoruz.






Gaziantep
400 yıllık berber dükkanında fotoğraf çekebilmek için traş olmayı göze alıyorum. 7 nesildir aynı dükkanda berberlik yapan Mustafa Özberber keçi sakalımı sohbet ederken kesiveriyor. Traştan sonra çarşıda yediğimiz ciğer kebapları nefis.

Motorları yükledikten sonra 29 saat sürecek tren yolculuğumuz başlıyor. Yataklıda yer bulamadığımız için kuşetlide yaptığımız yolculuk bitmek bilmiyor. Ahbap olduğumuz tren personeli bizi lokomotife bindirip çay ikram ediyorlar. istemeden de olsa pek çok kişinin ölümüne sebep olan makinist raylara çıkarak intahar eden kadının bakışlarını unutamadığı için tedavi gördüğünü anlatıyor.

Haydarpaşa’da indirdiğimiz motorlarımıza binip eve doğru giderken dolunay yükseliyor.

1 yorum:

Motosiklet Montu dedi ki...

Öncelikle Özlem Hanımı kararlılığından dolayı kutluyorum :) gerçekten çok güzel bir tur olmuş. yazıyı okurken hem sizle beraber yol gittim hem de tarihi bir gezinin içinde buldum kendimi. Daha nice güzel ve kazasız motosiklet yolculukları diliyorum...